“EVLİLİK" Bir Ortaklıksa, Hesap Tek Taraflı Olabilir mi?”
“Gerçekten Borçlu Muyuz, Yoksa Sadece Alışkanlık Mı?”
Evlilik çoğu zaman bir sözleşme gibi yaşanır.
İki insan bir araya gelir, bir imza atar ve hayatı birlikte yürütmeye karar verir. Bu noktadan sonra roller şekillenir: Biri dışarıda çalışır, para kazanır; diğeri evi çeker çevirir, yemeği yapar, çocukları büyütür.
Yıllar geçtikçe bu paylaşım, sevgi ve ortaklık yerine, sanki tarafların birbirine karşı “borcunu” ödediği bir ilişkiye dönüşür.
Ve işte tam da bu yüzden, ayrılık kelimesi masaya geldiğinde insanlar birbirine hesap defteri gibi davranır:
“Bunca yıldır bana baktı, şimdi nasıl bırakayım?”
Bu söz kulağa vefalı, fedakâr bir cümle gibi gelir ama altını kazıdığında çoğu zaman sadece bahanelerin en kurnazcası çıkar ortaya. Çünkü kimse kimseye tek başına “bakarak” o noktaya gelmez.
Ev dediğin şey tek kişinin emeğiyle değil, iki tarafın farklı ama tamamlayıcı sorumluluklarıyla döner. Evet, biri evin içinde yemek pişirir, düzeni sağlar; ama diğeri o mutfağın kaynayabilmesi için dışarıda ter döker. Biri çocuğu büyütür, diğeri o çocuğun geleceğini maddi olarak mümkün kılar. Yani kimse kimsenin iyiliğini lütuf olarak sunamaz — ortada bir alışveriş değil, ortak bir çaba vardır.
Ve unutmamak gerekir ki bugünkü hayat koşullarını mümkün kılan en temel unsur, çoğu zaman ekonomik güçtür. Maddi temel olmadan ne bir ev ayakta kalır, ne bir düzen sürer, ne de bir gelecek kurulur. Bu yüzden, yılların emeğini yalnızca “baktı” sözüyle tarif etmek gerçeği eksik anlatır. Evet, emek vardır ama bu emek tek taraflı değildir.
Bugünün dünyasında ise tablo çoğu zaman daha da farklıdır. Artık yalnızca erkek değil, kadın da dışarıda çalışır, üretir, evin maddi yükünü paylaşır. Bu kez emek yalnızca mutfağı kaynatmakla sınırlı değildir; evin tüm çarkı iki kişinin omzunda döner. Sabahın erken saatinde yola düşen de, akşam eve yorgun gelen de sadece biri değildir. Ama yine de aynı yanılgı devam eder: Taraflardan biri, diğerinin emeğini lütuf gibi sunar, kendi katkısını görünmez kılar. Oysa evin yükünü birlikte taşıyan iki insan, birbirlerine “borç” değil, yalnızca karşılıklı saygı ve emeğin hakkını teslim etmelidir.
Ve eğer o çabanın en ağır yükü ekonomik temeli kuran tarafta ise, “bana baktı” cümlesi aslında gerçeği yansıtmaz; aksine, çoğu zaman bir vicdanı rahatlatma yöntemidir. İşte bu yüzden, ayrılık söz konusu olduğunda bu cümle bir bağlılıktan çok bir kaçış kapısı gibi durur.
Eğer bir evlilik gerçekten sevgiye ve saygıya dayanıyorsa, taraflar ayrıldıklarında birbirlerine hesap çıkarmak yerine karşılıklı verdikleri emeği teslim ederek ayrılabilmeli. Çünkü sonunda önemli olan, birlikte geçirilen zamanın hakkını vermiş olmaktır.
Ve bir başka gerçek daha vardır: Bir ilişkinin ya da evliliğin içine yalan girdiyse, orada kurulan düzenin anlamı çoktan değişmiştir. Çünkü yalan, sevginin de saygının da altını oyar. Yalanın hüküm sürdüğü yerde güven kalmaz; güvenin bittiği yerde ise artık ilişki değil, yalnızca alışkanlık devam eder.
Ve eğer bir gün yollar ayrılacaksa, “sana borçluyum” ya da “bana borçlusun” değil, “birlikte bir yol yürüdük” diyerek vedalaşabilmek olgunluğun en büyük göstergesidir.
Gülnur 🌹