28 Ekim 2025 Salı

CUMHURİYET

 🇹🇷 Cumhuriyet: Kadının Adı, Varoluşun Sesi


Cumhuriyet, yalnızca bir tarih değil, bir uyanıştır.

Küllerinden doğan bir halkın, kendi sesini bulma hikâyesidir.

Ve o sesin içinde, en güçlü yankı hep kadının sesidir.


Yıllarca susturulmuş, yok sayılmış, geri bırakılmış kadın bir gün bir ses duydu:


 “Ey kahraman Türk kadını!

Sen yerde sürüklenmeye değil,

omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.”


O gün yalnızca bir millet değil, kadının varlığı da yeniden doğdu.

Cumhuriyet, kadına yalnızca haklar vermedi; duruş, kimlik ve ışık verdi.

Kadın artık eğilmeden konuşmayı,

susmadan yürümeyi,

varlığını saklamadan yaşamayı öğrendi.


Çünkü Cumhuriyet, “izin” değil, yer verdi kadına.

O yer, evin gölgesinde değil;

hayatın tam ortasında, aydınlığın kalbindeydi.


Cumhuriyet kadını artık bilir:

Susmak kader değil, konuşmak haktır.

Kapanmak değil, görünmek özgürlüktür.

Boyun eğmek değil, dik durmaktır Cumhuriyet.


Nene Hatun’un cesaretiyle, Şerife Bacı’nın direnişiyle,

bu toprakların kalbine kazınan kadınlar yalnızca geçmişin kahramanı değil,

bugünün nefesi, yarının ışığıdır.


Bugün bir kadın başını kaldırıp “Ben varım” diyebiliyorsa,

bu Cumhuriyet’in en büyük zaferidir.

Çünkü Cumhuriyet sadece bir rejim değil,

bir kadının kendi kaderini eline alabilmesinin adıdır.


Cumhuriyet kolay kazanılmadı;

ama biz kadınlar, onu her gün yeniden yaşatıyoruz.


🇹🇷 Yaşasın Cumhuriyet.

Yaşasın kadınlar.

Yaşasın özgürlük.


💬 Bu yazı, Cumhuriyet’in ışığında yürüyen tüm kadınlara ithaf edilmiştir.

Gülnur 🌹 

27 Ekim 2025 Pazartesi

SAHTE BAĞLILIK

 Aldatmanın Ardındaki Sahte Bağlılık

“Aldatma, suçluluk ve sahte sevgi arasında sıkışmış ilişkilerin sessiz hikâyesi...”


Bu yazı kişisel bir hikâye değil.

Ama çevremde gördüğüm, tanık olduğum bazı kadınların yaşadıkları üzerine düşündükçe ortaya çıktı.

Çünkü bazen insanlar sevgiyi karıştırıyorlar;

alışkanlığı, ilgiyi, egoyu ya da vicdanı “sevgi” sanıyorlar.

Ve en çok da bu karışıklığın içinde kaybolan kadınlar oluyor.

Ben sadece bu duruma dışarıdan bakan biri olarak,

neden bazı erkeklerin aldatmalarından sonra bile evdeki kadına bağlıymış gibi davrandıklarını anlamaya çalıştım.


Gerçek sevgi iki kişiye bölünmez.

Bir insan iki kişiyi birden sevdiğini sanabilir,

ama aslında biri kalbine, diğeri eksikliğine dokunuyordur.

Bu yüzden “ikisini de kaybetmek istememek” çoğu zaman sevgiden değil,

içsel boşluğu kaybetme korkusundan kaynaklanır.

Gerçek sevgi, aynı anda iki yöne akmaz.

Birine gerçekten kalpten bağlıysan, diğerine yer kalmaz.


Aldatan bir adam genellikle evdeki kadına daha fazla ilgi göstermeye başlar.

Çünkü kendini en güvende hissettiği, sorgulanmadan kabul gördüğü yer orasıdır.

O ev, onun sığınağıdır; yaptığı yanlışı unutabildiği, vicdanını susturabildiği alandır.

Bu yüzden oradaki bağlılık, çoğu zaman sevginin değil; vicdan, korku ve alışkanlığın karışımıdır.


Gerçekten seven biri aldatmaz.

Aldatıp hâlâ sevdiğini söyleyen birinin duygusu tutarsız ve ben-merkezlidir.

Bu yüzden “aldatmanın içindeki bağlılık” sevgiyle karıştırılmamalıdır;

çünkü o bağlılık, suçlulukla beslenen bir zorunluluktur.


Aldatmadan önce ilişkide tartışmalar, kırgınlıklar, uzaklaşmalar olabilir.

Ama aldatmadan sonra, tuhaf bir şekilde her şey birden “yoluna girmiş” gibi görünür.

Çünkü adam suçluluk duygusuyla hareket eder;

daha yumuşak, daha ilgili, daha anlayışlı davranır.

Kadınsa aldatıldığının farkında değildir,

sadece uzun süredir beklediği ilgiyi nihayet görmenin huzuruna kapılır.

Oysa bu, sevginin geri dönüşü değil; vicdanın geçici sessizliğidir.

Ve hiçbir suçluluk duygusu, bir ihaneti temize çıkaramaz.


Aslında çoğu adam, evini ve ailesini sever.

Fakat bir süre sonra, eşinde bulamadığı duygusal yakınlığı, ilgiyi ya da anlaşılmayı dışarıda aramaya başlar.

Evliliğin içinde kalan eksik yanları, başka biriyle tamamladığını sanır.

Dışarıdaki kadın, o eksik parçaları geçici olarak doldurduğu için,

adam kendini daha huzurlu, daha anlaşılmış hisseder.

Bu da bir süreliğine evdeki ilişkisini bile “düzeltmiş” gibi gösterir.

Oysa bu, sevginin değil; eksikliğin geçici tatminiyle kurulan sahte bir dengedir.


Dışarıdaki kadın ise çoğu zaman bunun farkında değildir.

Onunla yaşanan şeyin gerçek bir sevgi olduğunu sanır,

oysa adam orada sadece kendi eksik duygularını tamamlıyordur.

Kaybettiği heyecanı, ilgiyi ya da beğenilme hissini yeniden bulduğunu zanneder.

Ama aslında sevdiği kişi kadın değil, kendini yeniden önemli hissettiren hâlidir.


Kadınlara bir kez daha seslenmek isterim…

Kimsenin doktoru değilsiniz.

Bir erkeğin evliliğindeki eksik yanlarını tedavi etmeye çalışmayın.

Çünkü bazen siz o eksikleri onardıkça, o da kendi yarım kalmışlığını sürdürür.

Hatta belki de evdeki huzuru, sizin varlığınızla sağlamış olur.

Siz onun ilişkisini ayakta tutan “denge” değil, kendi yolunuzu aydınlatan “gerçek” olun.


Ve en önemlisi…

Zaman, insanın en değerli hazinesidir.

Onu sonu belirsiz, ruhu tüketen ilişkilerle harcamamak gerekir.

Bir gün “çok pişmanım böyle bir ilişki yaşadım” dememek için,

kendini kandıran değil, kendini koruyan kadın olun.

Çünkü hiçbir ilişki, bir kadının kendine olan değerinden daha kutsal değildir.


👉Kadınlara bir şey hatırlatmak isterim…

Bir erkeğin eksikliğini tamamlamak, sizin göreviniz değil.

Gerçek kadın, sevilmediği yerde kalmaz.

Çünkü kalmak, sevgi değil, kendini unutmaktır.


Gülnur 🌹

20 Ekim 2025 Pazartesi

KENDİNİ BULMAK BIRAKMAK DEĞİL, AŞMAKTIR

Kendini Bulmak Bırakmak Değil, Aşmaktır


İnsan, büyürken ona verilen kimlikleri, aidiyetleri ve inançları “kendi özü” sanır. Oysa bunlar yalnızca birer başlangıç noktasıdır. Bizim yolculuğumuz, o kimliklerin içinde sıkışıp kalmak için değil; onları aşarak kendi anlamımızı yaratmak için vardır.


Kimlik, aidiyet, inanç gibi şeyler doğduğumuz anda bize hazır olarak sunulur. Nerede doğduğumuz, hangi ailede büyüdüğümüz, nasıl bir kültür içinde yetiştiğimiz… Bunların hiçbiri bizim seçimimiz değildir. Ancak bir noktadan sonra bu etiketlerin bizi tanımlamasına izin verip vermemek tamamen bize bağlıdır.


Bu noktada insanın önünde yeni bir sorgu belirir:

Bizi dünyaya hiçbir etiketle göndermeyen bir “büyük güç” olduğuna inanıyorsak, o hâlde sonradan sahip olduğumuz bu kimliklerin bizi tanımlamasına neden izin veriyoruz? Belki de mesele bu kimlikleri inkâr etmek değil; onların bizi sınırlamasına, yolumuzu çizmesine izin vermemektir.


“Etiketleri bırakmak” derken sadece reddetmekten söz etmiyoruz bu bazen tepkiyle yapılan bir kaçış olabilir. Ama “aşmak”, onları anlayıp içselleştirdikten sonra sınırlarını geçmek anlamına gelir.

Yani mesele, “Ben şu kimliğe aitim” demek değil; “Ben bunların ötesinde kimim?” sorusuna cevap aramaktır.


Başlangıçta verilen bu kimlikler, aidiyetler ve inançlar tıpkı yürümeyi öğrenene kadar uzanılan bir destek gibidir. Yere sağlam basmayı öğrendikten sonra hâlâ onlara tutunuyorsak, artık bizi ileri taşımaktan çok, geride tutan bir yük hâline gelirler.

Gerçek özgürlük, o desteğe ihtiyaç duymadan da yürüyebildiğini fark ettiğin anda başlar.


Ve işte asıl mesele de tam burada başlar:

Kimliksizleşmek, yalnızca etiketleri bırakmak değil; onların sağladığı güveni, aitlik hissini ve onay ihtiyacını da geride bırakabilmeyi göze almaktır. Mesele “onlara sahip olmamak” değil; onlara mecbur olmadan da yürüyebilmeyi öğrenmektir.


En değerli şey, hayat yolculuğunun yönünü ve amacını bilmektir. Nereden geldiğin değil, nereye gittiğin önemlidir.

Eğer artık kendi ayakların üzerinde yürüyebiliyorsan, odağın “etiketler” değil, “hedef” olmalıdır.


Ve belki de kendi kimliğini bulmak, onları bırakmak değil, hepsini anlayıp aşarak daha geniş bir anlam inşa etmektir. Çünkü gerçek benlik, sana verilen etiketlerin ötesinde başlar.


✍️ Kendi Notum

Bu satırlar, kendi kimliğimi, aidiyetlerimi ve varoluşumu anlamaya çalışırken öğrendiklerimin, sorguladıklarımın ve hâlâ aradıklarımın bir yansımasıdır. 

Gülnur 🌹


19 Ekim 2025 Pazar

Seni seviyorum demenin başka yolu olabilir mi?

 

“Seni Seviyorum” Demenin Başka Yolu Olabilir mi?

Bazen “seni seviyorum” dediğimizde bile fark etmeden bir benlik taşırız içinde.
Sanki o söz, “Ben öyle bir varlığım ki seni sevebiliyorum” alt anlamını barındırır.
Oysa sevgi, bir üstünlük ilanı değildir; iki ruhun yan yana, eşit ve özgür biçimde var olabilmesinin dilidir.
Belki de gerçek sevgi, hükmetmenin değil birlikte var olmanın; sahip olmanın değil anlamaya çalışmanın yoludur.

Çoğu zaman o cümle, iki kişilik bir bağ kurmaktan çok, tek taraflı bir beyan gibi yankılanır.
Belki de sevgi, “sahip olduğumu göstermek” için değil; “birlikte var olmayı hatırlatmak” için söylenmelidir.
Çünkü gerçek sevgi, “ben”in değil “biz”in dilini konuşur; hükmetmenin değil, aynı yolda yürüyebilmenin ifadesidir.

Ve belki de asıl soru tam da burada başlar:
Sevgi gerçekten sadece “Seni seviyorum” demekle mi anlatılır?
Yoksa sevmenin başka yolları da var mıdır?

Gerçek sevgi bazen sabır göstermekle ve anlamaya çalışmakla başlar.
Bazen de onun için bir şeyden vazgeçmeyi seçmekle.
Bazen kelimelerle değil, varlığınla güven vermekle.
Ve çoğu zaman, bırakıp gitmek yerine en zor anda bile orada kalmakla anlam bulur.

Çünkü sevgi, yalnızca bir duygu değil; bir emek, bir seçim, bir eylemdir.
Ve o eylem, çoğu zaman kelimelerden daha yüksek sesle konuşur.
Belki de en derin “seni seviyorum”, hiç söylenmemiş ama her davranışta hissedilmiş olandır.

Gülnur Eskici 🌹

👉 Bu yazı, @murattali_m bir paylaşımından ilham alınarak, kendi düşüncelerimle harmanlanarak kaleme alınmıştır.

11 Ekim 2025 Cumartesi

Bir Kız Çocuğunun Dünyası


🌸 11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü için...


Kız Çocuklarının Karşılaştığı Zorluklar


Kız çocukları, dünyaya gözlerini açtıkları andan itibaren farkında bile olmadan cinsiyetlerinin yükünü taşımaya başlar.

Toplum onlara nasıl gülmeleri gerektiğini, hangi rengi sevmeleri, nasıl yürümeleri, neyi isteyip neyi isteyemeyeceklerini fısıldar.

Oysa bir çocuk önce çocuk olmalıdır; ne etek boyuyla, ne ses tonuyla, ne de davranışlarıyla yargılanmadan…


Bir kız çocuğu; özgür olmalı, istediğini okuyabilmeli, gülebilmeli, hayal kurabilmeli.

Ama hâlâ dünyanın birçok yerinde kız çocukları şiddet, istismar, erken yaşta evlilik ve eğitim hakkından mahrum bırakılma gibi sorunlarla karşı karşıya.

Ve hâlâ bazı yetişkinler, “çocuğun rızası vardı” diyerek vicdanlarını temize çekmeye çalışıyor.

Ama unutmayalım:


Bir çocuk asla rıza gösteremez. Çünkü çocukluğun rızası olmaz.


 Eşitsizlik ve Özgüven

Bir kız çocuğu çoğu zaman, doğduğu andan itibaren sınırlarla tanışır.

Erkek çocuk “yapabilir” denirken, ona “yapma” denir.

Toplumun kalıpları küçük yaşta başlar; “kız kısmı yüksek sesle gülmez,” “kız çocuğu gece dışarı çıkmaz,” “kız dediğin uslu olur.”

Oysa bir çocuğun cinsiyeti, hayallerinin önüne duvar örmemelidir.

Kız çocuklarının özgüvenini törpüleyen bu sesler, onların kendi değerini sorgulamasına neden olur.

Bir süre sonra, ne kadar zeki, yaratıcı veya yetenekli olursa olsun, iç sesi hep “yapabilir miyim?” diye sorar.

Oysa bir kız çocuğu “yapabilir miyim?” diye değil, “nasıl yaparım?” diye düşünebilmelidir.


Gerçek eşitlik, yalnızca okul sıralarında değil, evde kurulan cümlelerde başlar.

“Sen de yapabilirsin.”

“Senin fikrin önemli.”

“Sen değerlisin.”

İşte bu cümleler, bir kız çocuğunun içindeki özgüveni filizlendiren sihirli kelimelerdir.



Annelerin Rolü ve Güçlü Bireyler Yetiştirmek


Bir kız çocuğuna verilecek en değerli miras, özgüvendir.

Ona “korkma”, “susma”, “utanma” demek değil; “kendin ol” diyebilmektir.

Bu noktada en büyük görev, hiç şüphesiz annelere düşer.

Çünkü bir kız çocuğu, güçlü bir kadını izleyerek büyür.


Annenin kendine güvenen bir birey olması, çocuğuna da sessiz bir örnek olur.

Kızına “yapamazsın” demek yerine, “birlikte deneriz” diyebilmek,

onun dünyasında sınırları değil, yolları genişletir.


Gerçek koruma;

ona doğruyu öğreterek, güvenli alanı sevgiyle kurmakla başlar.

Kız çocuklarının ayakları yere sağlam basmalı,

kendi kararlarını verebilmeli, kendi sesini duyurabilmelidir.

Ve en önemlisi, her çocuk gibi, sevildiğini bilmelidir.

Sevgiyle büyüyen bir kız çocuğu, özgüvenle yürür.

Özgüvenle yürüyen bir kız çocuğu, dünyayı değiştirir. 


Sosyal Medya ve Değer Bilinci


Günümüzde bir kız çocuğunun elindeki telefon, bazen kalemi kadar güçlü bir araç.

Ama aynı zamanda, yanlış yönlendirildiğinde büyük bir risk de taşıyor.

Çünkü artık sokaklar kadar ekranlar da tehlikeli.

Birçok çocuk, kendi değerini sosyal medyada aldığı “beğeni sayısı” ile ölçüyor;

kendi kimliğini, paylaştığı fotoğraflarla tanımlıyor.

Oysa güzellik, filtrelerde değil; doğallıkta, karakterde, içtenliktedir.

Bir kız çocuğu görünür olmak ister ama önemli olan, nasıl göründüğünü bilmesidir.

Kendi sınırlarını çizebilmeyi, mahremiyetin değerini öğrenmelidir.

Çünkü dijital dünyada paylaşılan her şeyin bir izi kalır 

ve bazen o iz, bir çocuğun hayatına geri dönüp zarar verebilir.

Anne-babalara düşen görev, sosyal medyayı yasaklamak değil;

doğru kullanmayı öğretmektir.

Ne paylaştığını, kiminle konuştuğunu, neden bu kadar onay aradığını anlamak gerekir.

Bir kız çocuğuna “kendini değerli hissetmek için görünür olman gerekmiyor” diyebilmek, onun özsaygısını korumanın en güçlü yoludur.


Unutmayalım:

Kız çocuklarını korumak yalnızca sokakta değil, ekranda da başlar. 🌸


✍️

Gülnur 🌹 

4 Ekim 2025 Cumartesi

SESSİZ BİR TUTSAKLIK..

 Dün Şahit Olduğum Bir Kadının Hikâyesi: Sessiz Bir Tutsaklık

Bazı hikâyeler vardır; insana ait bütün duyguları aynı anda hissettirir: üzüntü, sızı, çaresizlik… Dün böyle bir hikâyeye tanık oldum ve sabaha kadar gözüme uyku girmedi. Kalbi kırılmış bir kadının gözyaşlarını izledim. Ve biliyorum ki bu, yalnızca bir kişinin değil; pek çok kadının sessizce yaşadığı bir hikâye.

Onu pusula sandın; yönünü onunla bulabileceğini düşündün. Oysa farkında olmadan kendi yolunu kaybettin. Çünkü o seni değil, gizli kaçışlarını sevdi. Gerçekten sevseydi yanında olurdu. Sevdiği şey sen değil; arkasına saklandığı heyecandı.

Oysa bu hikâye baştan beri gizli kalmaya yazgılıydı; bir tarafı eksik, bir tarafı saklıydı. Zamanla, onun evliliğinde boşlukta kalan yanlarını sen tamamladın. O ise alıştığı düzenin güveninden hiç vazgeçmedi. Yanında olmayan bir adam hayatında gerçek bir yer edemez. Eğer seni bir gün bile sahiplenmeye cesaret etmiyorsa, orası senin yerin değil; askıya alınmış bir bekleyiştir.

Onun kıskançlığını sevgi sandın. Ama aslında kıskandığı seni kaybetmek değil; seninle dolan boşluğu yitirme ihtimaliydi. Bu sevgi değil; elinden kayıp gitmesinden korktuğu bir alışkanlıktı. Ve sen, bunu aşk diye adlandırdın.

Seni en çok yoran, onun tereddütleriydi. Ne tamamen seninle oldu, ne de sensiz kaldı; hep ortada bıraktı. Sen bu belirsizliği sevgiyle karıştırdın. Oysa gerçek sevgi netlik ister. Kararsızlığın gölgesinde değil; açık yüreklilikte büyür.

Birini terk edecek gücü olmayan ama iki kişiyi birden kaybetmekten korkan bir adam… Eşine “seni seviyorum” derken, sana “çocuklarım için beraberiz” cümlesinin ardına sığındı. Aslında yaptığı, güvende hissettiği alanı korumak ve kendine sarsılmaz bir konfor sağlamaktı. Bu sevgi değil; alışılmış rolleri devam ettirmektir. Sen ise onun cesaretsizliğini, sevgi sanmaya başladın. Oysa unutma: gerçek sevgi cesaretle gelir.

Hafta sonları telefonuna bakıp içinden şu soruyu fısıldadın:

“Eğer beni gerçekten sevseydi, şimdi burada benimle olmaz mıydı?”

Ama yazamazsın, arayamazsın; çünkü o dünyada senin adın anılmaz. Sonra pazartesi sabahı, “günaydın aşkım” mesajı gelir; sanki hafta sonu bir tatilmiş, hafta içi yeniden iş başı yapılırmış gibi… senin duygularınsa hep ötelenmiş gibi.


👉 Oysa biliyorsun: ilişkinin ilk günlerinde hafta sonları da yanındaydı. Peki ya şimdi neden yok? Çünkü o zaman seni kazanmak zorundaydı. Sana özel olduğunu hissettirmesi gerekiyordu. Şimdi ise artık seni yanında tutabildiğine inanıyor ve huzursuzluk çıkmasın diye ailesini seçiyor. Aslında sen, onun evliliğini ayakta tutuyorsun; yaşadığı boşlukları sen kapatıyorsun. Bu yüzden konfor alanından çıkmayı hiç istemiyor.


Böyle bir ilişki, ödünç alınmış bir zaman gibidir: saatler sınırlı, sözler yarım, buluşmalar ise gizli aralıklara sıkıştırılmış kaçışlar… Sen ise çoğu kez kırıntılarla yetinirsin. Çünkü hayatının merkezinde hiç olmadın. Onunla gülersin ama görünmezsin. Onu seversin ama hayatına dâhil olamazsın. Bu aşk değil; sessiz bir esarettir.


Şunu bil: Sevgi bahaneyle değil, eylemle kanıtlanır. Eğer bir adam seni sevdiğini söyleyip sabahları başka bir kadının yanında uyanıyorsa, bu aşk değil; bencilliktir. Senin canını yakarken seni yanında tutmak sevgi değil; kendi içini rahatlatma çabasıdır.

Ve hep aynı sözler…


“Aramızda bağ kalmadı.”


“Çocuklarım için beraberiz.”


“Aslında gerçek olan sensin.”

👉Gerçek şu: O seni hayatının anlamı olarak görmüyor. Görseydi, önce o hayatı seninle paylaşılır hale getirirdi. Yapmadı. Ve sen onun kurduğu cümlelerle avunurken, aslında hep yarıda bırakıldın.Bunun yerine, sana sadece süslü sözlerle geçici bir bağlılık hissi sundu; adı var, kendisi olmayan bir “biz” duygusu.

Belki ilişkiniz bitmedi ama senin için çok şey bitti. Ayrılmadınız; ama o seni çoktan yalnız bıraktı.

Affetmeyi öyle çok denedin ki, artık affetmek bile seni yıprattı. Her seferinde “bu son” dedin, ama sonunda ne ona güvenin kaldı ne de kendine. Özel günlerinde yanındaki boş sandalye, bu gerçeği hep yüzüne söyledi.Onunsa “sabret” deyişi, senin acını değil; kendi huzurunu korumak içindi. Sen bekledikçe o rahatladı, sen sustukça o kazandığını sandı.

Bir evli adamın sevgisi, ister istemez yarım kalır. Çünkü hayatının bütünü sana ait değildir. Sen onun hayatında sadece boşlukları dolduran saklı bir köşesin. O ailesiyle tatil yaparken, doğum günlerini kutlarken, sabah kahvaltısında karısıyla yan yanayken… sen hep kenarda kaldın.


Kadınlara Bir Hatırlatma

Bu dünyada kadın olmak çoğu zaman zordur; bazen susmak zorunda kalmaktır, bazen de yok sayılmaktır. Ama unutma: biz sadece bir kadın değiliz, her gün yeniden doğan bir gücün adıyız. Yorulsak da, kırılsak da, içimizdeki kadını kimse silemez.

Kendine “ben varım” demeyi öğren. Biz kadınlar, sessiz kaldığımızda da, gözyaşlarımızı içimize akıttığımızda da güzeliz. Ve düşündüğümüzden çok daha cesuruz. Ayağa kalk, omuzlarını dikleştir ve hatırla: Sen bir kadınsın. 

Gülnur 🌹